Do You Have the Courage to Open Their Boxes When Getting to Know Someone?
“Kutular” Oyunu: Bir İnsanı Anlarken Kutularını da Açmaya Cesaretiniz var mı?
Açılmamış Duyguların Tiyatroda Yeni Yansıması
16.01.2024 13:44
Haber Kaynağı: Betül Memiş / Cnnturk.com
Etraf açılmamış onlarca kutu ile doludur. Her biri açmaya korktuğumuz sırlar gibidir. Bir insanı tanırken kutularını da açmaya cesaretimiz var mıdır?
“Sürdürülebilir Sanat” mottosuyla tiyatro dünyasında yerini alan Bu Yapım’ın yeni oyunu “Kutular” bu peşrevden veriyor meramını. Biz de “Kutular”ın yazarı ve oyuncusu Burcu Görek ile bir röportaj gerçekleştirdik.
“Bir ilişki üzerine bahis oynuyorsunuz, bahis başarısızlıkla sonuçlanıyor, bir başka ilişkiye geçiyorsunuz, o da başarısızlığa uğruyor: belki de kaybettiğimiz şey iki basit eksi değil de ortaya koyduğumuz şeyin çarpımı. Zaten, insanda böyle bir duygu uyandırıyor. Hayat sadece toplama ve çıkarma değil. Aynı zamanda kaybın, başarısızlığın birikimi, çarpımı…” Çağdaş İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından (Man Booker Ödülü sahibi, Dan Kavanagh takma ismiyle polisiye romanlar da yazan) Julian Barnes böyle diyor (Ayrıntı Yayınları, Serdar Rifat Kırkoğlu çevirisi) “Bir Son Duygusu” adlı kitabında…
Amy Nostbakken ve Norah Sadava’nın yazdığı, Gökçenur Şehirli’nin Türkçeye çevirdiği, Tamer Levent’in rejisiyle 2022’de tiyatro severlerle buluşan “Uyandığımda Sesim Yoktu”nun yaratıcıları Bu Yapım’ın yeni oyunu “Kutular”, bana Julian Barnes üstadın hayatın anlamı üzerine incelikli kaleme aldığı, kişisel tarihimizin ve hafızamızın aslında ne kadar da muğlak olabileceği üzerinden sorgulamalara sürükleten “Bir Son Duygusu” kitabını hatırlattı.
Ekibin, “İlişkilere dair bir oyun; seyircileri bilinmeyene, herkese anlatmaktan korktuğumuz sırlarımızı ortaya dökmeye doğru bir yolculuk” olarak tarif ettiği “Kutular”ın yazarı Burcu Görek, yönetmeni Balım Kar ve Semih Değirmenci. Tek perdelik, +16 yaş sınırının olduğu oyunda; Burcu Görek, Dilara Gül ve Ekrem Can Arslandağ rol alıyor. Dekor tasarımını Ilgaz Kasapoğlu, ışık tarasımını Selen Çakırhan, hareket tasarımını Burcu Brodo’nun üstlendiği oyunu; 1 Şubat’ta Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 7 Şubat’ta Ara Sahne’de, 23 Şubat’ta House of Performance, 22 Mart’ta da Fişekhane’de seyredilebilir.
Gelin, öncesinde “Kutular”ın yazarı ve oyuncusu Burcu Görek ile düştüğümüz röportaja beraber göz atalım.
“Yalnız ruhlar, kırgın kalpler, umudu can çekişenler, yaşama tutunmaya çalışanların hikâyesi” diye tanımladığınız “Kutular”a… Hikâyenin yaratılışını ve doğuşunu anlatır mısınız?
“Kutular”, İstanbul gibi bir metropolün kendi olanakları ve sorunları içinde bireyselliğimiz ve yalnızlığımız arasında kurmaya çalıştığımız bağı ve yaşama umudumuzu yeniden yeşertme üstüne düşünerek yazdığım bir deneme kitabı ve dizinin hayata geçmiş, benim için önemli bir kısmının sahnelenmiş halidir. Dönemsel olarak üstünde yoğunlukla düşündüğüm konular farklılık gösteriyor. Ama hayat akışında birey olmak, yalnız olmak ya da topluma karışmak, kendi hayalini yaşamak gibi konular fazlaca dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bunun ateşleyicilerinden biri “Uyandığımda Sesim Yoktu”nun da altını çizdiği, “Kendi sesimle mi konuşuyorum?”, “Gerçekten istediğim seçimleri mi yapıyorum?” gibi sorular oldu. “Kutular” ile “Yalnızlığımı kiminle paylaşmak istiyorum?”, “İçimi kime açmak istiyorum?”, “Kime anlatmak, kimi anlamak istiyorum ve neden bir diğerine karşı öyle hissetmezken, “o” kişi olduğunda ona her şeyi anlatmak, anlaşılmak istiyorum?” gibi sorulara cevap bulmaya çalıştım.
Metni / teksti yazarken haritanızı ve içeriğini neye göre kurguladınız, öncelikli meramınız neydi?
Hayatın içinden, gündelik olanın doğallığını yakalayabilen işleri çok severim; bunu hem diyalogla hem de çeşitli durumlarla ortaya koyan işleri… Ve hayatı her zaman ironik bulurum. Bize her an, bir şaka yapıyormuş gibi gelir hayat… Bu hisleri yaşayabileceğimiz, erkenci kuşlar ötene kadar geçireceğimiz, intim (samimi) bir gece hayal ettim ve bizi gülümsetirken, yüreğimizi cız ettiren şakalı bir hikâye anlatma meramım vardı. Erkenci kuşlar umudu, kutular ise kendimize bile anlatmaktan sakındığımız gerçeklerimiz olarak düşündüm hep.
Oyunu yazım, sahneleme ve karakterleri yaratma sürecinde fonunuzda neler vardı?
Fonumda her zaman şehrin sesi, kalabalığı, sunduğu güzellikler, denizinin ışıltısı, insanların heyecanı, bitmek bilmeyen dertleri ya da eğlenceli hikâyeleri vardı. Karakterlerim şehrin zorluklarıyla yaşamaya çalışan kişiler. Aslında bu yanıyla günlük hayatta karşılaştığım bir arkadaşım, okuduğum bir şiir, bir dizinin bölümü, bir sosyal medya paylaşımı, bir kitabın paragrafı ya da bir dost sohbetiydi fonum.
Metinde sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisi; ve bu sizde nasıl bir his dünyası yaratıyor?
Buzların erimeye başladığı an, zayıflığımızın ortaya çıktığı an beni çok etkiliyor. Bir sahne var bilmiyorum spoiler olur mu ama, Ali diyor ki, “Böyle unutmak falan konuştuk ama ben bu geceyi hiç unutmak istemem.” Eylül de, “Ben de” diye cevap veriyor. Burada ilk açık çözülme yaşanıyor. Çünkü öncesinde yavaş yavaş hayatlarının gizledikleri noktalarını açmaya başlıyorlar. Açıkçası o an bana, soğuk gelen bir denize girildikten sonraki ilk suya dalış anı gibi geliyor.
“Sevgiye en iyi nasıl ulaşabiliriz?”
Oyundan yola çıkarsak günümüzde ilişkileri tariflemenizi istesem, ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar?
Siz böyle sorunca gözümün önünde bir sürü fotoğraf belirdi, biri alevler saçan bir volkanken, diğeri çiçek açan sakuralar, biri okyanusun kara dalgalarıyken diğeri pamuk şeker gibi bulutlar… Bence ilişkileri tarif etmek için doğaya bakmak baya bir fikir verici. Ama ilişkiler kocaman bir resim olsa, gözümün önüne bir kanaviçe geliyor. Bir sürü rengarenk ip geçiyor içinden, kimi birleşiyor, kimi gül deseni oluyor, kimi yol oluyor, kimi çakışıyor, kimi ayrışıyor, kimi birleşiyor. Görünmez bağlarla birbirimize bağlı olduğumuzu düşünüyorum, gördüğüm resim ise tüm bu bağların iplerle olan hali…
“Sence en çok neye ihtiyacımız var? / – Anlaşılmaya…/ -Bunun için mi durmadan konuşuyoruz? / – En iyi yolu susmak bence. / Sessizlik…” Oyundaki bu repliklerden yola çıkarsak; bu soruyu ben de size sormak isterim. Sizce en çok neye ihtiyacımız var? Bir de bildiğimiz halde neden ihtiyaçlarımızın yörüngesine giriş yapamıyoruz?
Ben de neye ihtiyacım olduğunu ya da ihtiyacımız olduğunu çok düşünüyorum. Sınırlı bir zamanda dünyada insan formunda bulunuyoruz. Bazen bir saniye bile çok uzunken bazen yıllar hızla geçiyor. O nedenle Teoman’ın “Paramparça” şarkısında geçen, “Nasıl oluyor, vakit bir türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor?” sözlerini çok seviyorum. Tüm bu düşüncelerle, benim ve sevdiğim insanlar için en çok neyin önemli ve kalıcı olduğuna bakıyorum. Ve ne zaman bu soruyu sorsam karşıma kocaman bir “sevgi” cevabı çıkıyor. Gerçekten ama. Bence hayatın enerjisi sevgi… O nedenle ben, “sevgiye en iyi nasıl ulaşabiliriz?”i soruyorum kendime. Bir insanı niye severiz?
Umberto Eco’nun dediği gibi, “Anılar olmadan insan bir hiçtir.” Evet, bizi biz yapan şeylerden biridir anılarımız, zihnimizin derinlikleri… Onu nasıl sevgi dolu yaparız, işte bence daha çok tanıyarak, anlamaya çalışarak, hikâyesini dinleyerek. Bu sadece insan türüyle olmak zorunda değil, yaşamda birçok varlıkla bu bağı kurabilir, hikâye yaratabiliriz.
“Yoksa yalnızlığımı biriyle mi paylaşmak istiyorum?”
Bu Yapım’ın masasında ve kafasında yeni projeler nelerdir? Yakın ve uzak gelecek için tiyatronuza dair ne söylemek istersiniz?
Ben yüksek lisanslarımdan birini sürdürülebilirlik üzerine yaptım. O nedenle Bu Yapım’ı kurarken de sürdürülebilir sanat anlayışını benimsedik. Ortaya çıkardığımız işler hem toplumsal bir katkı sağlamalı hem çevresel faktörler göz önünde bulundurulmalı hem de ekonomik düzen adil bir şekilde devam etmeli diye düşündük. Şu zamana kadar da yapılan işler hep bu anlayışla ilerledi. Biz toplumuz ve yaptığımız işlerde yaşadığımız, gördüğümüz, aklımıza takılan konularda, “Bir dakika biz de böyle düşünüyoruz” demek istiyoruz. “Uyandığımda Sesim Yoktu” her ne kadar bir kadın hikâyesi olarak görülse de baskı gören, kendini baskılayan herkesin hikâyesi. Biz de diyoruz ki, “Niye böyle olmak zorunda ki?”, “Değişemez mi?”, “Onca yol katedildi, artık dönemeyiz geri.”…
“Kutular” diyor ki; “Yalnız mı kalmak istiyorum? Yoksa yalnızlığımı biriyle mi paylaşmak istiyorum? Bir paylaşıma mı ihtiyacım var? Benim neye ihtiyacım var?” Bundan sonraki “Miyav” projesi de yine sürdürülebilir sanat anlayışıyla ortaya koymak istediğimiz özel bir iş. “Miyav”ı bizim için özel kılan şeylerden biri, aile tiyatrosu olması, bu sayede ailelerin çocuklarıyla birlikte keyifle seyredip eğlenecekleri bir iş olacak. En önemli kısmı da, bu oyunu deprem bölgesi için özel tasarladık.
”Miyav” projesinde Arjantinli kukla ustası Tito Lorefice ile provalarına başladık. Yani önceliğimiz evrensel konuları, yerel bağlar kurarak ele alabilmek…Türkiye prömiyerini ilk kez yapacak oyunlar olması ve eski / yeni soru(n)lara yeni metinlerle cevap bulabilmek ve sorular yöneltebilmek…
*Bu röportaj gazetemiz ve okurlarımızla Cnnturk.com etiketi altında paylaşılmıştır. Ayrıca röportajda kullanılan görsellerin tüm hakları Cnnturk.com’a aittir ve izinsiz kullanılamaz.